Bazı eserler vardır ki hayata geçiriliş hikayeleri de onları ölümsüz kılan en önemli etkenlerden biridir.
Biz de bugün Espas Sanat olarak sizlere, hikayeleri ile tarihe damga vurmuş, yaratıldığı eller kadar ünlü 5 ölümsüz eseri tanıtacağız. İsterseniz hemen vakit kaybetmeden eserlere ve onların hikayelerine kısaca göz atalım. Resim derslerimizde de bolca konuştuğumuz bu hikayeleri bir de buradan okuyalım.
Girl with a Pearl Earring (İnci Küpeli Kız), Johannes Vermeer
Ölümünün ardından tanınan Johannes Vermeer, çevresini resmeden bir ressamdı. 17. yüzyılın Alman ressamı Vermeer’in en başarılı tablolarından biri de İnci Küpeli Kız olmuştur. Genç kızın masumiyeti, etkileyici bakışları ve inci küpeleri… “İnci Küpeli Kız”, “Kuzey’in Mona Lisa’sı” olarak da anılmakta. 1665 yılı civarında yapılmış olan bu ünlü eser, Hollanda’daki Mauritshuis Galerisi’nde sergilenmekte.
Pek çok kaynakta “Kuzeyin Mona Lisa’sı” ya da “Hollandalı Mona Lisa” olarak geçen eserin hikâyesi 2000 yılında, ABD’li yazar Tracy Chevalier tarafından kaleme alınan aynı isimli romana da konu olmuştur. 2003 yılında da Olivia Hetreed tarafından yine aynı isimle, Peter Webber’in yönetmenliğinde, başrollerinde Scarlett Johansson ve Colin Firth’in oynadığı bir sinema filmine de aktarılan İnci Küpeli Kız’daki odak noktası, kızın kulağındaki inci küpe… Filmdeki hikayeye göre bu küpe, Jan Vermeer’in karısına aittir ve kızın boynuna yansıttğı eşsiz gölgeden dolayı Vermeer tarafından modelinin kulağına takılmıştır. Işık oyunlarının ve yansımaların ustası diye anılan Vermeer’in bu eserinde, incinin tene yansıyışındaki güzellik göz alıcı! Eser üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda da modelin bir hayal ürünü olmadığı anlaşılmıştır.
Bunun üzerine ise tablonun hikayesine dair farklı rivayetler ortaya çıkmış; kimilerine göre İnci Küpeli Kız, ressam Vermeer’in öz kızı; kimilerine göre bir yakını, kimilerine göre ise evindeki hizmetçisidir. Sonrasında yapılan araştırmalara göre ise Vermeer’in kızının yaşıyla tablonun yapıldığı yılın bağdaşmadığı görülmüştür.
Mona Lisa, Leonardo Da Vinci
Birçok kez çalınmasına karşın şu anda Paris’teki Louvre Müzesi’nde, kurşun geçirmeyen bir camın ardında sergilenmekte. Kavak bir pano üzerine Sfumato tekniği ile resmedilmiş 16. yüzyıl yağlı boya portresi. Rönesans’ın en önemli ressamlarından Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’sı, gizemi ve sırlarıyla hala konuşulmaya devam ediyor.
Mona Lisa, Leonardo Da Vinci’nin en ünlü resmi ve belki de dünyanın en ünlü sanat eseri. Kuşaklar boyu sanatçı ve yazarlara ilham vermiş, sayısız kez kopyaları yapılmıştır. Dünyadaki en meşhur yüzlerden biri olan portredeki kadın hakkında da çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bugün kullanılan isim, 16. yüzyıl sanat tarihçisi Giorgio Vasari’ye dayandırılıyor: Ressamın, Floransalı tüccar Francesco del Giocondo’nun karısını resmettiği söyleniyor. 1479 doğumlu olan Lisa 16 yaşında Francesco del Giocondo’yla evlenmiştir. Leonardo, 1503’te Floransa’dayken, varlıklı bir ipek tüccarı olan Giocondo, Leonardo’yu ziyaret ederek karısı Lisa del Giocondo’nun portresini yapmasını istemiştir. Aynı tarihlerde aldığı evin ve Lisa’nın dünyaya getirdiği bir erkek çocuğun kutlanması için böyle bir sipariş istemiştir. O dönem Floransa’sında bunlar, bir portre ısmarlamak için yeterli nedenler olarak görülmektedir.
Tablodaki en etkileyici şey Lisa’daki canlılık… Yaşayan bir varlıkmışçasına gözlerimizin önünde değişmekte, ona her baktığımızda daha farklı görünmekte. Lisa hem gülümseyen hem ciddi ve mesafeli bir ifadeye sahip. İfadesi kendini ele vermez ve bakış açısına göre değişmekte. Leonardo Da Vinci, bu etkiyi yaratmak için portrenin ağız ve göz kenarlarını bilerek bulanıklaştırdığı, “sfumato” adlı tekniği kullanmıştır. Özellikle yüzdeki bu noktaları yumuşak bir loşluğa daldırarak belirsiz bırakmıştır. Belirsizliğin yanında bu etkiyi yaratan başka etkenler de vardır. Tablonun iki yarısı birbirine simetrik değildir. Bu durum arka plandaki doğa görünümünde göze çarpmaktadır. Soldaki ufuk çizgisi, sağa göre daha alçakta gibidir. Bu yüzden, tablonun sol tarafına odaklaşınca, kadın daha uzun boylu ve dik görünmektedir. Odaklaştığımız yöne göre yüzü de değişmektedir çünkü yüzünün iki yanı, birbiriyle aynı değildir.
Yüzde ve ellerde görülen gölgelendirme, üçboyutluluk etkisi yaratmak üzere kullanılmıştır. Modelin kaşları ve kirpikleri yoktur ancak yapılan tarama çalışmaları daha önce bunların portrede varlığına işaret etmiştir. Ünlü ressamın bu detaylar için kullandığı pigmentin zamanla solmuş veya temizleme sırasında silinmiş olduğu düşünülmekte.
Arka bölümde resmin solunda bir patika seçilir, sağında ise kurumuş ırmak yatağını andıran bir uzantı yer alır ki bunun Arezzo yakınlarındaki Buriano Köprüsü olduğu düşünülmektedir. Bitki örtüsünden yoksun manzaranın içerdiği sarp dağlar uzaklarda, yeşilimsi-mavimsi gökyüzünün altındadır.
The Scream (Çığlık), Edvard Munch
Doğanın çığlığı olarak da bilinen The Scream (Çığlık), Norveçli ressam Edvard Munch’un yaptığı dört Çığlık tablosundan biri. 1893’te yaptığı yağlı boya ilk versiyonu, Oslo’daki Ulusal Galeri’de; aynı tarihteki pastel versiyonu ile 1910’daki diğer yağlı boya versiyonu aynı şehirde Munch Müzesi’nde sergilenmekte.
Sarı, turuncu, kırmızıya bürünmüş gökyüzünün altında, köprünün ortasında durmuş, hem kadına hem erkeğe benzeyen bir insan figürü. İki elini kafatasına benzeyen kafasının iki yanına kaldırmış bir vaziyette durmakta. Gözleri faltaşı gibi açılmış, kan donduran bir çığlık patlatıyor. Arkadaki iki kişinin sakinliği, uzakta görünen gemi, normal gibi görünse de eserdeki her şeyde korku havası hakim.
1895’te yaptığı ve özel şahıs elinde bulunan tek pastel tablo ise 2012’de ABD’de 120 milyon dolara satılarak kısa süreliğine en pahalı sanat eseri unvanını aldı. Sanat tarihçi Jill Lloyd, dördü içinde en iyisinin Oslo’daki Ulusal Galeri’de sergilenen yağlı boya versiyon olduğunu söylüyor.
1863 yılında yoksul bir askeri doktorun beş çocuğundan ikincisi olarak dünyaya gelen Edvard Munch, Çığlık konusundaki esin kaynağını şöyle anlatmıştır:
“İki arkadaşımla yolda yürüyordum; güneş battı, bir melankoli dalgasına kapıldım. Birden gökyüzü kıpkızıl bir renk aldı. Durup parmaklıklara yaslandım. Alev alev gökyüzü, mavi fiyordun ve şehrin üstünde kan ve kılıç gibi sarkıyordu. Arkadaşlarım yola devam etti; ben ise büyük bir endişeyle öylece duruyor ve doğada sonsuz bir çığlığı hissediyordum sanki.”
Çığlık tablosunun kahramanı, 13 yaşındayken ablasını kaybeden ressamın kendi portresi olabilir. Sanat tarihçileri, başka bir kaynağa da işaret ediyor: 1889’da Paris’teki Dünya Fuarı’nda sergilenen Perulu bir mumya…
“Çığlık” yalnızca ekspresyonistleri etkilemedi; Francis Bacon’un uluyan papalar gibi resimlerinde de izleri görülmekte. Andy Warhol ise 1984’te Çığlık tablosunu göz alıcı renklerle seri halinde yeniden basmıştı. Munch daha sonra başka sanatçılara da esin kaynağı olmaya devam etti ama Çığlık tablosunun en çarpıcı özelliği, kendisinden sonraki sanatçılar üzerindeki etkisi değil, popüler kültürün dayanaklarından biri haline gelmesi. Bugün bu eser, onu yaratan ressamdan daha ünlü.
Guernica, Pablo Picasso
İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanya’sına ait 28 bomba tarafından vurulan Guernica şehrinin Picasso’da uyandırdıkları… Guernica, savaş trajedilerinin ve savaşın insan üzerinde bıraktığı etkiyi anlatırken barışın sembolü haline gelmiştir. Kübizm, Georges Braque’ın bir tablosunu gören bir sanat eleştirmeni olan Louis Vauxcelles’in bu tablo için “küçük küpler” sözünü kullanmasıyla ortaya çıkmış; Picasso, 20. yüzyılın en önemli ressamlarından biri olmak ile birlikte Kübizm akımının öncülerinden biri olmuştur.
Pablo Picasso’nun ünlü eseri Guernica’nın yürek burkan hikayesini biraz açalım: 1937’de, İspanya’da, Francisco Franco yönetiminde bir iç savaş yaşanmaktaydı. Adolf Hitler ve Benito Mussolini de Francisco Franco’yu destekliyordu. Franco yönetimindeki milliyetçi topluluklar Cumhuriyet Hükümeti olan bölgelere girmeye başladı. Bask Hükümeti kendini bölgesini korumaya çalıştı. Guernica ise bu saldırı için son derece önemli bir stratejik yere sahipti ve Franco’nun faşist yönetiminden kaçanlar Guernica’ya akın ediyordu. Franco, aralarının çok iyi olduğu Hitler’in silahlarını Guernica üzerinde denemesini onaylamıştı ve halkın en yoğun şekilde şehirde olduğu günü seçmişlerdi. Şehir pazarının kurulduğu gün, askeri anlamda hiçbir savunması olmayan Guernica, üç saat boyunca bombalandı. Bask Hükümeti’nin yaptığı açıklamaya göre ölü sayısı en az 1.654, yaralı sayısı ise 889’du.
O dönemde Paris’te yaşayan Pablo Picasso, bu acı katliam için eskizler çizmeye başladı. Paris’te sürgün halinde olan İspanya Hükümeti, Paris Dünya Fuarı’nda sergilenmek üzere Picasso’dan bir tablo yapmasını istemişti fakat Guernica’nın bombalanmasına kadar Picasso çizecek bir şey bulamamıştı. Saldırıdan sonra Picasso çizimlerine başladı ve 15 gün içerisinde Guernica’yı yarattı.
11 Temmuz 1937 tarihinde Guernica Paris Fuarı’nda, İspanya’nın temsil ettiği binanın giriş kısmında sergilendi. Hitler’in Paris’i işgal ettiği dönem içerisinde Picasso, Guernica’yı çoğaltarak halka dağıttı. Guernica, Paris’ten sonra ABD’ye gönderildi ama Picasso faşist düzen bitmeden tablonun İspanya topraklarına girmesini istemedi. Faşist düzen yıkıldı, Cumhuriyet kuruldu ve 1981 yılında Guernica topraklarına gönderildi. Picasso bunu göremeden hayata veda etti.
Nazi Subayı, Guernica’ya bakıp Picasso’ya, “Bunu siz mi yaptınız?” diye sorduğunda ünlü ressam; “Hayır, siz yaptınız” diye yanıtlamıştı.
Les Demoiselles d’Avignon ise 1907 yılında Pablo Picasso tarafından yapılan tartışmalı ve devrim niteliğindeki bir diğer resim. Beş çıplak kadının resmedildiği eser, Kübist akımın en önemli eserlerinden biri olarak kabul ediliyor. ABD New York’taki MoMa’da sergilenmekte.
The Starry Night (Yıldızlı Gece), Vincent Van Gogh
Hollandalı sanatçı Vincent Van Gogh, post-empresyonist dönemin öncülerinden. Van Gogh’un sanatoryumda kaldığı odanın penceresinden görünen Saint-Rémy de Provence köyünün gece görünüşünü anlatan bu eser, ünlü ressamın en önemli eserlerinden biri. Günümüzde Museum of Modern Art’ta (MoMA) sergilenmekte.
Yıldızlı Gece, Van Gogh’un kaldığı akıl hastanesindeki odasından görülen Saint-Remy-de-Provence şehrinin düşsel bir yorumu. Uzun araştırmalar sonunda, tablonun 25 Mayıs 1889 tarihinde, saat 04.40’taki gökyüzünü gösterdiği tespit edilmiş. Ay’ın henüz ilk hilal biçiminde olması ve Venüs gezegeninin ufukta görüntülenmiş olmasından yola çıkılarak tablodaki yıldız ve gezegenlerin gün doğarken resmedildiği anlaşılmıştır. Ayrıca bunda ressamın yine o tarihte yazdığı bir mektup da önemli veriler içermekte… Van Gogh, kardeşi Theo Van Gogh’a yazdığı mektupta, The Starry Night (Yıldızlı Gece) ile alakalı olarak şöyle diyor:
“Demir parmaklıklı penceremde adeta bir buğday tarlası görüyorum. Sabahları ise gün doğumunu tüm ihtişamıyla izliyorum.”
Resimde görülen manzara, Van Gogh’un akıl hastanesindeki odasından görülen şehir manzarası olsa da sanatçı resim yaparken gerçeğe pek sadık kalmamış, hayal gücünü resme aktarmış. Resimde görülen köy ve kilise kulesi, sanatçının hayal gücüyle yaratılmış unsurlar. Asıl manzarada böyle bir yer yok. Sanat tarihçileri Van Gogh’un, bu unsurları memleketi Hollanda’nın mimarisinden esinlenerek çizdiği görüşünde. Ayrıca ressamın akıl hastanesinin penceresinde yer alan demir parmaklıkların da resimde yer almadığı açık. Buradan da onun özgürlüğe duyduğu özlemi eserine yansıttığını anlayabiliriz. Resimdeki selvi ağacı ise genellikle mezarlıklarda bulunan, ölümü çağrıştıran bir ağaç…